Sayfalar

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Mirasın Hükmen Reddi

 


Mirasın mirasçılara intikalinde külli halefiyet ilkesi geçerlidir. Miras bırakanın ölümü halinde mirasın aktif ve pasifleri herhangi bir irade açıklaması olmaksızın mirasçılar tarafından kazanılır. Miras bırakanın ardında kalan tereke borca batık durumda ise mirası reddetmeyen mirasçılar bu borçtan kendi malvarlıklarıyla sorumlu hale gelmektedirler. Terekenin aktifleri pasifleri karşılamaya yetmiyorsa ve bu durum sebebiyle mirasçılarda bir mağduriyet meydana geliyor ise kanun koyucu bu durumda bazı şartların varlığı halinde mirasçıları bu mağduriyetten kurtaracak olan hükmen red karinesini geliştirmiştir.

T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi Esas No: 2002/4454 Karar No: 2002/5478 Karar Tarihi: 18.04.2002 MİRASIN REDDİ - MİRASÇI SIFATI İLE DAVA AÇILMASI - DAVACILARIN MİRASI REDDETMEK HAKKINDAN MAHRUM KALMALARI ÖZET: Davacılar murise ait Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından gönderilen Haziran 1998 maaşını aldıkları gibi Mersin İcra Tetkik Mercii Hakimliğinin 1999/926 esas sayılı dosyasında mirasçı sıfatı ile dava açmışlardır. Bu suretle de alelade idarenin dışına çıkmışlardır. Medeni Kanunun 550. maddesi şartları oluşmuş ve davacılar mirası reddetmek hakkından mahrum kalmışlardır. (4721 S. K. m. 610) (743 S. K. m. 550) Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Davacılar murise ait Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından gönderilen Haziran 1998 maaşını aldıkları gibi Mersin İcra Tetkik Mercii Hakimliğinin 1999/926 esas sayılı dosyasında mirasçı sıfatı ile dava açmışlardır. Bu suretle de alelade idarenin dışına çıkmışlardır. Medeni Kanunun 550. maddesi şartları oluşmuş ve davacılar mirası reddetmek hakkından mahrum kalmışlardır. Davanın reddi gerekirken kabulü doğru değildir.

TMK Madde 599- Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar. Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar. Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler.

Miras bırakanın ölümü ile, vasiyet alacaklıları, kanuni mirasçıları ve atanmış mirasçıları bakımından bazı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Kanuni mirasçıları ve atanmış mirasçılar, herhangi bir irade açıklamasında bulunmaksızın miras bırakanın ölümü ile tereke üzerinde doğrudan hak sahibi olur iken vasiyet alacaklıları tereke üzerinde doğrudan borç sahibi olmadığı gibi hak sahibi de olamamaktadır.

TMK m. 641/1’de yer alan “Mirasçılar, tereke borçlarından müteselsilen sorumludurlar.” Mirasçılar, miras bırakanın borçları da dahil malvarlığı değerlerini derhal ve kanunen kazanmaları sonucunda, terekedeki borçlardan o andan itibaren şahsi olarak yani kendi malvarlıklarıyla sorumlu olmaktadırlar.

Miras bırakan hayatta iken mirasçılık sıfatını kazanmak istemeyen mirasçılar, sadece mirastan feragat sözleşmesi yapabilmektedir. Mirası reddetmeleri veya hükmen red talebinde bulunmaları mümkün değildir.

Hükmen ret, miras bırakanın borçlarını ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş olması halinde mirasın reddolması halinde yasal bir karinedir. Hükmen reddedilen mirasın reddi için mirasçının açık bir irade beyanına gerek bulunmamaktadır.

Mirasın hükmen reddedilmiş sayılması için;

-miras bırakanın ödemeden aczinin açıkça belli olması,

-miras bırakanın ödemeden aczinin resmen tespit edilmiş olması  

-mirasçıların açık veya örtülü olarak mirası kabul etmemiş olması gerekir.

Terekeye ilişkin dava açılması veya icra takibinde bulunulması için TMK m. 610/3 “Zamanaşımı veya hak düşümü sürelerinin dolmasına engel olmak için dava açılması ve cebri icra takibi yapılması, ret hakkını ortadan kaldırmaz.” hükmü ile mirasçıların terekeye ilişkin haklara dair dava açabilmeleri ve icra takibinde bulunabilmeleri mümkün hale getirilmiştir.

Tespit davası, mirasçılar tarafından terekenin borca batık olduğu ve ölüm tarihi itibariyle miras bırakanın borç ödemekten aciz olduğunun tespiti için her zaman açılabilir. Tespit davasını açılmasının mirasçılar için hukuki yararları vardır. Şöyle ki, tespit davasından alınacak karar tereke alacaklarının mirasçılara karşı yaptığı icra takiplerinde ve açacakları davalarda kesin delil olarak kullanılabilir. Bunun yanında tereke alacaklıları tarafından mirasçılara karşı açılmış bir davada, mirasçılar mirasın hükmen reddedildiğine ilişkin itirazda bulunabilirler. Sonuç olarak mirasçılar mahkemeden alacakları mirasın reddi kararıyla tereke alacaklılarına karşı doğacak yükümlülüklerinden kurtulurlar.

Mirasın hükmen reddinde görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Mirasın hükmen reddinde yetkili mahkeme, davalının dava tarihindeki yerleşim yeri mahkemesidir fakat bu yetki kamu düzenine ilişkin kesin bir yetki değildir. Bu sebeple süresi içerisinde itiraz edilmesi halinde yetki incelenir, tarafların talep etmemesi halinde mahkemece re’sen göz önüne alınmaz.   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


29 Mart 2021 Pazartesi

Kooperatif Hakkında Bilgiler

 



Kooperatif kanunu md.1 de kooperatifin tanımı “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir.” şeklindedir.

Bir kooperatifin en az 7 ortak tarafından imzalanacak anasözleşme ile kurulacağı ve Sermaye miktarı sınırlandırılarak kooperatif kurulamayacağı kanunda açıkça belirtilmiştir.

Kooperatifler ve üst kuruluşlarının unvanlarında, kamu kurum ve kuruluşlarının isimlerine yer verilemez.

Kooperatife katılmak isteyen kişi, bir kooperatif kurarak, daha önceden kurulmuş bir kooperatife sonradan, ortaklardan birinin payını alarak, miras yolu ile ortak olabilir. Kooperatife ortak olmak isteyen gerçek ve tüzelkişiler, kooperatif anasözleşmesi hükümlerini bütün hak ve ödevleriyle birlikte kabul ettiklerini belirten bir yazı ile kooperatif yönetim kuruluna başvururlar. Kooperatif, ortaklarına kendi varlığı dışında şahsi bir sorumluluk veya ek ödemeler yüklüyor ise ortak olmak isteği, bu yükümlerin yazılı olarak kabul edilmesi halinde gerçekleşir.

Kooperatifin tüzel kişilik kazanabilmesi için ticaret siciline tescil edilmiş olması gerekir. Tescilden önce kooperatif namına işlem yapanlar bunlardan şahsan ve zincirleme olarak sorumludur.

Kooperatifler kanununun 3. Maddesinde kooperatiflerde izin verme, tescil ve ilan açıkça düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Ana sözleşme, Ticaret Bakanlığına verilir. Bakanlığın kuruluşa izin vermesi halinde, kooperatif merkezinin bulunduğu yer ticaret siciline tescil ve ilan olunur. Tescil ve ilan olunacak hususlar şunlardır: 1. Ana sözleşme tarihi, 2. Kooperatifin amacı, konusu ve varsa süresi, 3. Kooperatifin unvanı ve merkezi, 4. Kooperatifin sermayesi ve bunun nakdi kısmına karşılık olarak ödenen en az miktar ve her ortaklık payının değeri, 5. Ortaklık payı belgelerinin ada yazılı olduğu, 6. Ayni sermaye ve devralınan akçalı kıymetlerle işletmelerin neden ibaret oldukları ve bunlara biçilen değerler, 7. Kooperatifin ne suretle temsil olunacağı ve denetleneceği, 8. Yönetim Kurulu üyeleriyle kooperatifi temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları, 9. Kooperatifin yapacağı ilanların şekli ve anasözleşmede de bu hususta bir hüküm varsa yönetim kurulu kararlarının pay sahiplerine ne suretle bildirileceği, 10. Kooperatifin şubeleri: Kooperatifler, lüzum gördükleri takdirde memleket içinde ve dışında şubeler açabilirler. Şubeler, merkezin sicil kaydına atıf yapılmak suretiyle bulundukları yer ticaret siciline tescil olunurlar. Ticaret Bakanlığı, ana sözleşmelerin, kanunun ihtiyari hükümlerinden ayrıldığını ileri sürerek kooperatifleri kuruluşuna izin vermekten kaçınamaz. Anasözleşmenin değişiklikleri de kuruluştaki usullere bağlıdır.”

Yargıtay Kararı - 23. HD., E. 2011/4101 K. 2011/2365 T. 07.12.2011

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin davalı aleyhine 2008 yılı Kasım ayı dahil biriken aidat borçlarının tahsili için başlattıkları ilamsız icra takibine davalının haksız ve kötüniyetli olarak itiraz ettiğini, davalının müvekkili kooperatiften hissesine isabet eden taşınmazın tapusunu aldığını, bu sebeple üyeliğinin halen devam ettiğini, kooperatif tesfiye oluncaya kadar kooperatife karşı sorumlu olduğunu ileri sürerek, davalının haksız ıtirazının iptali ile %40 icra inkar tazmınatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkilinin genel kurul kararı doğrultusunda tüm borçlarını ödeyerek 28.03.2006 tarihinde kooperatife verdiği dilekçe ile kooperatiften ayrılmak istediğini bildirmesine rağmen davalı kooperatif tarafından herhangi bir karar alınmaması üzerine 04.05.2006 tarihinde noterden ihtarname göndererek ayrılmak istediğini bildirdiğini, ihtarnamenin davacı kooperatif tarafından 12.05.2006 tarihinde tebliğ alındığını, bu tarihte üyeliğinin sona erdiğini, talep edilen döneme ilişkin aidat ödeme borcunun kalmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istedi.

Mahkemece, iddia savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacının, ödemelerini tamamlayan üyelerin üyelikten çıkabileceklerine ilişkin genel kurul kararına göre kooperatif üyeliğinden ayrılmak istediğini yazılı olarak bildirmesine rağmen kooperatifçe yanıt verilmemesi nedeniyle noter aracıyla bildirim yaptığı, bildirimin 12.05.2006 tarihinde davacı kooperatife tebliğ edildiği ve bu tarihte davalının üyeliğinin sona erdiği gerekçesiyle ile davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilini temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 07.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi"

Her ortağın kooperatiften çıkma hakkı vardır. Çıkma keyfiyetinin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürmesi halinde ayrılmak isteyen ortağın, muhik bir tazminat ödenmesine dahi hüküm anasözleşmeye konulabilir. Kooperatiften çıkma hakkının kullanılması, anasözleşme ile en çok 5 yıl için sınırlandırılabilir. Haklı ve önemli sebeplerle bu süreden evvel çıkabileceği hususunda Anasözleşmeye hüküm konulabilir. Bir ortağın hiçbir suretle kooperatiften çıkamayacağına dair bağlamalar hükümsüzdür. Yönetim kurulu, anasözleşmeye uygun olarak yapılacak isteğe rağmen, bir ortağın kooperatiften istifasını kabulden kaçınacak olursa, ortak çıkma dileğini noter aracılığı ile kooperatife bildirir. Bildiri tarihinden itibaren kooperatiften çıkma gerçekleşir.

Kooperatif kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılır.

 

 

 

 

 

8 Mart 2021 Pazartesi

TCK. MD.105 - CİNSEL TACİZ

 

Cinsel taciz suçu, kişinin vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeden yapılan her türlü davranış ile cinsel yönden rahatsız edilmesidir. Türk Ceza Kanunu cinsel taciz suçunu, Yasa’nın “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmın, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı altıncı bölümünde yer almaktadır. TCK.md.105 de “(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2)  Suçun; a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından, c) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, e) Teşhir suretiyle, işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz.” Şeklinde düzenlemiştir.

 

Cinsel taciz suçunun faili ve mağduru, erkek yada kadın olabilir. Madde metninde cinsiyete ilişkin bir ayrıma gidilmemiştir. Taciz kelime anlamıyla “canını sıkma, tedirgin etme, rahatsızlık verme” anlamına gelmekte Cinsel taciz ise bu rahatsızlığın kişinin cinsel özgürlüğünü kısıtlaması demektir. Cinsel taciz suçunun soruşturması ve kovuşturması mağdurun şikayetine bağlıdır.


Cinsel taciz suçunun maddi unsurunu, kişiyi cinsel amaçla taciz eden hareketler oluşturur. Bu davranışlarda mağdura vücut teması bulunmamakta fakat mağdura karşı söz ile cinsel amaçlı harekette bulunulmaktadır. Madde metninde de açıkça belirttiği üzere cinsel taciz suçunun oluşa bilmesi için mutlaka cinsel amaçlı bir söylemde bulunulmalıdır.


Cinsel tacizde suçunda, cinsel amaçlı yapılan hareket tek bir davranış şeklinde olabileceği gibi kişiyi rahatsız edecek şekilde tekrarlayan davranışlar şeklinde de olabilir. Cinsel taciz suçuna ilişkin madde metnine ve gerekçesine baktığımızda çok ayrıntılı bir tanıma ulaşmak mümkün değildir. Bu sebeple Yargıtay kararlarını incelediğimizde nelerin cinsel taciz sayılıp-sayılmayacağına daha somut bir şekilde ulaşmak mümkündür.


Yargıtay Kararı - CGK., E. 2013/429 K. 2015/34 T. 10.3.2015 ;

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde taciz; "tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme" şeklinde tanımlanmıştır. Maddenin gerekçesinde de; "mağdurun cinsel yönden ahlâk temizliğine aykırı olarak rahatsız edilmesi" biçiminde ifade edilen cinsel tacizin ne tür bir davranışla işlenebileceği hususunda kanunlarda açıklık bulunmamakla birlikte, öğreti ve yargısal kararlarda bu suçun; mağduru hedef almış, vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin ancak cinselliğine yönelen söz söyleme, mesaj ya da mektup gönderme, el hareketi yapma, öpücük atma, cinsel ilişki teklif etme, cinsel organını gösterme gibi eylemlerle gerçekleştirilebileceği kabul edilmektedir. Cinsel taciz suçunun maddi unsuru, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak rahatsız etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, failin cinsel amaç gütmesi, başka bir ifadeyle cinsel arzu ve isteklerini tatmin maksadıyla hareket etmesi gerekmektedir. Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediği ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temas bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi, devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşabilmesi için, failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli kişi ya da kişilere karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir. Aksi takdirde cinsel taciz değil, hakaret, tehdit ya da kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçları gündeme gelebilecektir." şeklinde hüküm altına alınmıştır.   

Cinsel taciz suçunda yapılan hareketin mağdura yönelik olması yeterlidir, mağdura karşı ısrar ve baskı yapılmış olması aranmaz. Bununla birlikte cinsel taciz suçunun mağdurun vücuduna temas etmemesi gerekir aksi takdirde cinsel taciz suçu değil mağdurun yaşı göz önüne alınarak cinsel saldırı (TCK.md.102) veya cinsel istismar(TCK.md.103) suçu oluşur.

Cinsel taciz suçu kasten işlenen bir suçtur. Kasten işlenen bu suçun, cinsel amaçla işlenmiş olması gerekir. Burada meydana gelen suçun cinsel taciz olup-olmadığına karar verme yetkisi mahkemenindir. Mahkeme olayı inceledikten sonra, cinsel amaçla hareket edilmediğine karar verirse, olaya uygun olarak başka bir suçun varlığına karar verecektir.

Cinsel taciz suçunu ağırlaştıran durum TCK.md.105/2 de belirtmiştir. Burada cinsel taciz suçunun hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanarak vb. hallerde işlenmesi hâlinde verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı açıkça belirtilmiştir.

Cinsel taciz suçunun şikayet süresi 6 aydır. Bu suç için TCK.md.105/1 kapsamında soruşturması ve kovuşturması şikayete bağlıdır. Şikayet etme hakkı ise suçtan zarar görene yani mağdura aittir. Cinsel taciz suçunun TCK.md.105/2 kapsamında soruşturma ve kovuşturması ise şikayete bağlı değildir.

Şikayetci olan mağdurun soruşturma veya kovuşturma aşamasında mahkeme kararı verilinceye kadar, şikayetten vazgeçme hakkı vardır. Şikayetten vazgeçma hakkını kullanan mağdurun, aynı olaya ilişkin yeniden şikayetçi olması mümkün değildir. Mağdurun şikayetten vazgeçmesi, dava dosyasını kapatmaz, şikayetten vazgeçmeyi sanığın kabul etmesi gerekir. 


1 Mart 2021 Pazartesi

ARAÇ DEĞER KAYBI

 


Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesi gereğince kusurlu ve hukuka aykırı bir fille başkasına zarar veren bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Araç değer kaybı, bir aracın kaza yapmadan önceki değeri ile kaza yaptıktan sonraki değeri arasındaki farktır. Kazaya karışan bir araç orijinal parça değişimine dahi gitse, aracın kaza yapmadan önceki fiyatına satışı artık mümkün değildir. Yargıtay kararlarına baktığımızda da Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kararı - İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, E. 2018/1028 K. 2019/1064, T. 20.11.2019 “Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2002/130-E 2002/4512-K sayılı ilamında “ tamamen onarılmış olsa bile kazaya uğrayan araba, tahribatın izlerini taşıyacağından onarıldıktan sonra mübadele (rayiç) değerinin olaydan önceki mübadele değerinden az olacağının kabulü gerekir. Aracın onarılmış durumdaki değeri, ne kadar iyi onarılmış olursa olsun, kural olarak aynı nitelikteki hiç hasara uğramayan araç değerinden düşüktür ve bu da cari değerinden kaybettirmektedir…” denilmektedir. KTK 90. Md. hükmüne göre ; “Maddi tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır.„ şeklindeki düzenleme ile trafik kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinin değerlendirilmesinde BK. nun haksız fiile ilişkin hükümlerine atıf yapılmıştır. 6098 TBK 49 ve müteakip maddeleri gereğince meydana gelen kaza sebebiyle zarar görenin mal varlığında meydana gelen eksilme zararlarını isteyebileceği gibi, dolaylı olarak uğradığı zararlar da zarar verenden istenebilecektir. Buna göre; sigorta şirketi değer kaybından sigortalısının/sürücünün kusuru oranında ve poliçe limitleri dahilinde sorumlu olabilecektir.

Yargıtay kararında da belirttiği üzere, kaza nedeniyle aracında değer kaybı oluşan kişi, zararının giderilmesi için öncelikle sigorta şirketine başvurmalıdır. Sigorta şirketinden talep edilmediği takdirde “değer kaybının” sigorta şirketince kendiliğinden karşılanması pek mümkün değildir. Sigortalı araçlarda değer kaybı için sigorta şirketine giderken sigortasız araçlarda ise araç değer kaybı, kusurlu araç sürücüsünden ve araç sahibinden istenebilmektedir. İstenilen bu değer kaybının içeriği belirlenirken aracın yaşı, kilometresi, piyasa değeri, tercih durumu, hasar durumu ve onarılan parça sayısı gibi kriterler kullanılarak hesaplanmaktadır.

Trafik kazalarında her durumda araç değer kaybı istenemez. Şöyle ki, meydana gelen bazı durumlarda araç değer kaybının istenmesi mümkün değildir. Örneğin, aracın aynı yerden iki farklı kazada zarar görmesi halinde, tek taraflı kazalarda, kazanın meydana gelmesinde %100 kusurlu olan tarafın zararında, araç hakkında pert kararı verilmesi halinde, araç tamirinin ekonomik olmayacağı yönünde karar verilmesi hallerinde araç değer kaybı oluşsa da istenemez. 

Aracında değer kaybı oluşan kişi dava yoluna gitmeden önce sigorta şirketine başvurarak araç değer kaybını talep etmelidir. Talebine ilişkin 15 gün içinde cevap almaması, olumsuz cevap alması veya aldığı olumlu cevap bedelinin zararını karşılamadığını düşünmesi hallerinde sigorta tahkim veya mahkeme yoluna başvuruda bulunulabilir.

Zarara uğrayan araç sahibinin, zararının giderilmesi istemesi de Borçlar kanunda süreye tabi tutulmuştur. BK. Madde 72- Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.”  

 

 

29 Mart 2019 Cuma

Velayet



Hukuki anlamda velayet yetkisi, evlilik içerisinde anne ve baba tarafından ortak kullanılır. Velayet hakkına dayanarak anne ve baba ergin olmayan veya ergin olup kısıtlı olan çocuklarının kişi varlığı veya malvarlığına ilişkin haklarını korumak ve gerektiğinde temsil etmekle yükümlüdür.

Velayet hakkı anne baba tarafından kullanılırken aynı zamanda devlet güvencesi altındadır. Bu hak, anne- baba tarafından kötüye kullanılır veya hiç kullanılmazsa devlet tarafından vasi tayin edilir. 

Velayet çocuğun sağ ve tam doğmasıyla başlayıp, ergin oluşuna veya mahkeme tarafından ergin kılınmasına kadar devam eder. Ergin çocuk için kısıtlama kararı verilirse anne ve babanın velayet hakkı devam eder ancak hakim vasi tayinine de hükmedebilir. Velayet hakkı başkasına devredilemeyeceği gibi ölüm halinde mirasçılara da geçmez.

Velayet hakkı bölünebilen bir hak değildir. Bu sebeple, eşlerin boşanması halinde velayet anneye veya babaya bırakılır. Boşanma halinde, velayet kendisine bırakılan eş, velayet hakkının tanıdığı tüm hak ve yetkilere tek başına sahip olmaktadır.

Boşanma Sonrası Dünyaya Gelen Çocuğun Velayeti

Boşanma kararı sonrası dünyaya gelen çocuğun velayeti, boşanma esnasında mevcut çocukların velayet düzenine tabi olmamaktadır. Bu durumda velayet hakkının düzenlemesi için yeniden dava açılmalıdır.

Evlilik Dışı Doğan Çocuğun Velayeti

Medeni kanunun 337. Maddesi uyarınca, “Ana ve baba evli değilse velâyet anaya aittir.” Şeklinde düzenlenmiştir. Yani, velayetin yeniden düzenlenmesine ilişkin bir talep olmadığı takdirde evlilik birliği dışında doğan çocuğun velayeti anneye ait olacaktır. Çocuk doğduktan sonra anne ile babanın evlenmesi halinde, anne ve baba velayeti müştereken kullanacaktır.

Evlat Edinilen Çocuğun Velayeti

Evlat edinmeyle birlikte çocuğun velayetine ilişkin bütün hak ve yükümlülükler mahkeme kararıyla evlat edinene geçer. Bu mahkeme kararı ile biyolojik anne babanın velayeti sona erer. Hatta evlat edinen ölmesi, fiil ehliyetini kaybetmesi veya evlatlık ilişkisinin sona ermesi halinde bile velayet yetkisi biyolojik anne ve babaya geçmez. Çocuk için vasi tayin edilir.

Boşanma Durumunda Çocuğun Velayeti

Boşanma durumunda çocuğun velayeti konusunda kanun hakime geniş bir takdir yetkisi tanımıştır. Burada yaşanan olaya göre gerekli gözlemleri yapmak, çocuğun hangi tarafla kalmasının daha sağlıklı olacağını gözlemlemek hakimin görevidir.

Medeni Kanunun velayet konusunda hakime takdir yetkisi vermesi, hakimin keyfi karar vereceği anlamına gelmez. Bu durum TMK md.182 de şöyle ele alınmıştır “mahkeme boşanma ve ayrılığa karar verirken olanak buldukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler”.

Anlaşmalı Boşanmada Velayet

Anne ile baba anlaşmalı bir şekilde boşanmaya karar verirlerse, bu durumda çocukların velayetinin hangi tarafta kalacağı aralarında kararlaştırılıp, boşanma protokolünde belirtilmelidir. Velayet konusunda tarafların anlaşmış olması hakimin takdir yetkisini ortadan kaldırmaz. Hakim, çocuğun güvenliği ve yararını göz önünde bulundurarak en uygun kararı resen verir.

Geçici Velayet

Eşler boşanma kararını aldıktan sonra ve boşanma kararı kesinleşmeden önce çocukların yararı gözetilerek velayetleri mahkeme sonucu kesinleşinceye kadar geçici olarak anneye veya babaya verilir. Hakim velayet hakkını düzenlerken aynı zamanda çocukla kişisel ilişki kurulmasını ve çocuğa ilişkin tedbir nafakasını da düzenleme altına alır. 

Velayete İlişkin Durum

Boşanma davalarında boşanma nedenleri hakim tarafından araştırılırken gerekli belge ve tanıkların dinlenilmesiyle o eşler ve evlilikleri hakkında bir çok bilgiye sahip olunmaktadır. Bu nedenle eş ve çocuğa şiddet uygulanması, evin geçiminin sağlanmaması, işsizlik, alkol ve kötü alışkanlıklar, gece mesaisinde çalışılması vb. durumlar göz önüne alınarak çocuğun velayeti bu durumları yaşamayacak olan tarafa verilir.

Velayeti Alan Tarafın Ölmesi Durumunda

Velayeti alan anne veya baba ölürse velayet doğrudan sağ kalan tarafa geçmeyecektir. Hakim çocuğun velayetini resen ya da sağ kalan anne ya da babanın istemi üzerine yeniden düzenleyecektir. Çocuğun velayetini sağ kalan eşe verilebileceği gibi şayet çocuğun velayetinin sağ kalan eşe verilmesi uygun değilse vasi atanması yoluna gidebilecektir.







 










15 Mart 2019 Cuma

Nafaka




TMK md. 185 uyarınca da, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Yine, medeni kanunun 186. maddesi uyarınca" Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşlerin evlilik birliğine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar." Kanundan açıkça anlaşılacağı üzere eşlerin evliliğe hem maddi hem de manevi anlamda katkıda bulunması gerekmektedir. Buradaki maddi katkı, evlilik ile başlamakta evliliğin bitiminde tarafların maddi durumuna ve ihtiyaçları olması durumunda, nafakaya dönüşmektedir.

Yetkili mahkeme, TMK md. 177 uyarınca da, “Nafaka davasında yetkili mahkeme, taraflardan birinin yerleşim yeri mahkemesidir”. Böylece, nafaka alacaklısının ihtiyaç halinde olmakla yeterince mağdur olduğu düşünülerek daha fazla mağdur olmaması amaçlanmıştır.

Nafaka, boşanma davası ile birlikte gündeme gelen bir haktır. Eş adına hükmedilen “yoksulluk nafakası”, “tedbir nafakası” ve çocuklar adına hükmedilen “iştirak nafakası” olmak üzere üç çeşidi vardır.

Tedbir Nafakası

Tedbir nafakası için kanuna baktığımızda, eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi, eşlerden birinin haklı nedenle ayrı yaşaması gibi nedenlerle evlilik birliği devam ederken tedbir nafakası ödenmesine hükmedilebileceği gibi; boşanma ve ayrılık davalarının yahut evliliğin mutlak ya da nisbi butlan ile iptali davalarının açılması halinde yargılama süresince de tedbir nafakası ödenmesine hükmedilebilecektir.

Tedbir nafakasının hesaplanmasında başlangıç anı, talep tarihidir. Tedbir nafakası dava açıldıktan daha sonra talep edilse yine talep tarihinden itibaren hesaplanacaktır. Taleple başlayan tedbir nafakası hüküm kesinleşinceye kadar devam eder. 

Yoksulluk Nafakası

Yoksulluk nafakası, TMK md. 175’e göre, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir . Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. ” Kanunda açıkça belirttiği üzere, yoksulluğa düşecek taraf, yoksulluk nafakası isteyebilir ve bu nafaka talebe bağlıdır. Talep bulunmaması halinde mahkemece yoksulluk nafakasına hükmedilmeyecektir. Buna ek olarak maddede nafaka isteyen tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerektiği belirtilmiştir. Yani tarafların kusuru eşit olsa veya taraflar kusursuz olsa da, yoksulluğa düşecek taraf yoksulluk nafakası talep edilebilir.  

Yoksulluk nafakası boşanma davasında istenmişse hakim boşanma kararına ek olarak nafakaya karar verir; nafakanın ayrı bir dava ile istenmesi halinde ise zamanaşımı itirazı ile karşılaşılmaması için, sonradan açılan davanın boşanma kararının kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmeden açılmalıdır. Hâkim usulüne uygun açılmış bir davada esas olarak nafakaya hükmeder.

Yoksulluk nafakasının hesaplanmasında başlangıç anı, talep tarihidir. Boşanma hükmünün kesinleşmesiyle ödemeye başlanır. 

Nafakanın Ödenme Şekli

TMK md. 176 uyarınca “Maddî tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. Manevî tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır. Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” 


Toptan ödeme, nafakanın tamamının, para ya da para yerine geçecek ödeme araçlarıyla bir defada ödenmesidir. İrat olarak ödeme ise nafakanın belirli aralıklar ile (genellikle aydan aya taksitler halinde) ödenmesidir. Eşler anlaşma yaparak, nafakanın irat mı toptan mı ödeneceğini kararlaştırabilirler, ancak tarafların bu tür anlaşmalarının geçerli olabilmesi için hâkim tarafından onaylanması gerekmektedir. Nafakanın nasıl ödeneceği konusunda taraflar arasında bir anlaşma yapılmamış veya anlaşma hâkim tarafından onaylanmamış ise ödeme biçimini kararlaştırma hakim tarafından yapılacaktır.

Hakim nafakanın nasıl ödeneceğine karar verirken, tarafların tarafların maddi ve iktisadi durumuna, ödemenin düzenli şekilde sağlanıp sağlanmayacağına göre nafakanın toptan mı irat şeklinde mi ödeneceğine karar verir.

Nafaka Alacağının Rehni

Rehin hakkı asıl alacağa bağlıdır. Asıl alacaktan ayrı olarak devredilemeyeceğinden, ancak rehinli alacak devredilebilirse, devredilebilecektir. Ancak, nafaka alacağının devri mümkün olmadığından rehin edilmesi de mümkün değildir. Bununla birlikte, birikmiş nafaka alacakları üzerine rehin tesis edilebilmesi de mümkündür.

Nafaka Yükümlülüğüne Aykırı Davranmanın Sonuçları

Nafaka borçlusu, mahkeme tarafından hükmedilen nafaka borcunu kararda belirtilen şekilde nafaka alacaklısına ödeme yükümlüğüne aykırı hareket etmesi halinde nafaka alacağı icra takibine konu edilerek cebri icra yolu ile nafaka borçlusundan tahsil edilir.

Nafaka kararı, nafaka borçlusu tarafından temyiz edilse dahi, nafaka alacaklarında temyiz, kararın icrasını durdurmayacağı için derhal icra işlemlerine başlanabilecektir.

Nafaka borçlusu, kararda gösterilen nafaka borcunu ödemezse, nafaka alacaklısının şikâyeti üzerine İcra ve İflas Kanunu md. 344 uyarınca, 10 günden 3 aya kadar hafif hapis cezası ile cezalandırılır. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra kararın gereği yerine getirilirse, borçlu tahliye edilir.

   










8 Mart 2019 Cuma

Anlaşmalı Boşanma



Boşanma kavramı Medeni kanunumuza ilk olarak 1926 yılında girmiş fakat anlaşmalı boşanmaya ilişkin hükümlerin kanunumuzda tam olarak yer alması, 1 Ocak 2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olan 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunudur.

Boşanma, eşlerden birinin veya birlikte aldıkları bir kararla, kanundaki nedenlerin en az birisine dayanarak açılan dava sonucunda hakim kararı ile evlilik birliğinin sona ermesi ve eşler arasındaki birliğin bitmesidir.

Anlaşmalı boşanma da diğer boşanma sebeplerinden farklı olarak taraf iradeleri dikkate alınır. Dolayısıyla inceleme alanı olarak anlaşmaya dayalı boşanma hususunun ayrı bir önemi bulunmaktadır.

Boşanma sebepleri, Özel Boşanma Sebepleri ve Genele Boşanma Sebepleri olarak iki başlık altında toplanmaktadır. Özel Boşanma Sebepleri; Zina, Hayata Kast, Pek Kötü Muamele veya Onur Kırıcı Davranış, Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme, Terk ve Akıl Hastalığıdır.
Genel Boşanma Sebepleri; Evlilik Birliğinin Sarsılması, Eşlerin Anlaşması, Ortak Hayatın Yeniden Kurulamamasıdır.

Buradan hareketle anlaşmalı boşanma mutlak ve genel bir boşanma sebebidir. Kanuna baktığımızda anlaşmalı boşanmaya ilişkin bir başlık bulunmamakta “evlilik birliğinin sarsılması” kenar başlığını taşıyan 166. Madde de düzenlemiştir. Kanun koyucu burada, en az bir yıl devam etmiş olan evlilikte eşlerden birinin boşanma talebini diğerinin kabul etmesi veya her iki eşin birlikte boşanma talebinde bulunması, evlilik birliğinin sarsıldığının kanıtı olarak görmektedir.

Anlaşmalı boşanmanın çekişmeli yargı mı yoksa çekişmesiz yargı mı olduğu doktrinde tartışmalıdır. Yargıtay kararlarına baktığımızda, anlaşmalı boşanma çekişmeli yargı olarak kabul edilmiş, mahkeme kararında eşlerin davacı-davalı ve davalı- davacı biçiminde gösterilmeleri uygun bulunmuştur.

Anlaşmalı Boşanmanın Aşamaları

Anlaşmalı boşanma kararı veren eşler için öncelikle boşanma protokolü hazırlanır, protokolde velayet, nafaka, tazminat, ev eşyası vb. konular düzenlenir, protokol taraflarca imzalanır, dava dilekçesi hazırlanır, protokol ve dava dilekçesi ile boşanma davası açılır.

Taraflar boşanma iradelerini açıklar ve protokoldeki imzalarını hakim önünde ikrar etmeleri gerekir. Böylelikle boşanma gerçekleşir. Hakim, taraflardan birinin özgür iradesiyle hareket etmediğini, iradesini sakatlayan bir durum bulunduğuna kanaat getirirse, boşanma kararı vermeyecektir. Anlaşmalı boşanmada hakimin boşanma sebebini araştırma ve takdir yetkisi bulunmadığı için,   boşanma kararını kabul etmeyen hakim, kabul etmeme nedenini açıkça ortaya koyup, gerekçelendirmesi gerekir.

Hakim davanın esasına girmeden önce, dava şartlarının bulunup bulunmadığını resen araştırır. Dava şartlarında eksiklik bulunması halinde hakim bu eksikliğin dava açıldıktan sonra, davayı red kararı verilmeden  önce giderildiğine kanaat getirirse anlaşmalı boşanmayı gerçekleştirir.  Fakat bu eksikliğin giderilmemesi durumunda, yargılamayı sürdüremez ve davayı usulden reddeder. Usulden reddedilen dava henüz esasa girilmediği için  eksiklik giderilerek taraflarca yeniden açılabilir. Usul açısından eksiklik bulunmayan fakat eşler arasında gerekli anlaşmanın sağlanamazsa anlaşmalı boşanma davasına, çekişmeli boşanma davası olarak devam edilir.

Anlaşmalı boşanmada hakimin, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığını, eşlerin kusurlu olup olmadığını veya boşanmanın sebebini araştırma, takdir yetkisinde bulunma gibi yükümlülükleri bulunmamaktadır.

Anlaşmalı Boşanmada Velayet

Anlaşmalı boşanma davasının sona ermesinden sonra velayet kendisinde olmayan eş, istediği zaman haklı bir gerekçeye dayanarak, velayet davası açabilir.
Anlaşmalı boşanma davasında kendisi için nafaka talebinde bulunmayan eş, daha sonrasında durum ne olursa olsun nafaka talebinde bulunamaz. Bu durumun istisnası çocuklardır. Şöyle ki, boşanma sırasında çocuklar için nafaka talebi olmayan eş, anlaşmalı boşanma sonrası çocuklar için nafaka talebinde bulunabilir.

Anlaşmalı Boşanma Davasında Yetki

Anlaşmalı boşanma davası, evlilik birliği içerisinde  son altı aydır ikamet ettikleri yerde bulunan Aile Mahkemesine boşanma istemiyle dava açabilirler. Eşlerin altı aydan daha uzun bir süredir farklı yerde ikamet etmesi durumunda ise; boşanma davası davalının bulunduğu yer mahkemesinde açılır.